MİMAR BABAM: BİR OĞULUN YOLCULUĞU
Bir
belgesel film olan Mimar Babam, babasını gerçek anlamda tanıyabilmek adına
adeta onun iç dünyasına açılan bir dünyayı keşfe çıkan oğlunun hikayesini ele
alıyor. Filmi çeken kişi de aynı zamanda bu adamın kendisi. Bu da aslında bu
belgeseli, dramatik öğeye sahip bir film haline getiriyor. Bu açıdan baktığımda
film beni oldukça etkiledi. Filmden beklediğim asla böyle bir şey değildi.
Babasının hayatta olduğu dönemde onu tam anlamıyla hiçbir zaman tanıyamamış
olan bu çocuğun, artık var olmayan babasını tanıma süreci beni, psikolojik
olarak bir değerlendirme yapmaya itti.
Her şeyin psikoloji ve bilinçaltı
ile ilgili olduğunu düşünüyor oluşum beni ister istemez buna itiyor. Filmde çok
fazla savunma mekanizmasına yer verildiği ilk gözüme çarpan detay oldu.
Örneğin, Lou’nun, sanat eserlerinde ve kariyerinde her şeyin en iyisini yapmak
istemesine rağmen kendi kusurlarını örtmemesi bir ödünlemedir. Bunun yanı sıra
kendini kabullenme noktasında bir adımdır da. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Lou,
fiziksel birtakım kusurlara sahip bir adam. Boyu kısa, çekici bir albeniye
sahip değil, insanlarla enerjisi tutan bir yapısı yok. Bütün bunları Lou, kendi
yapıtlarında da kullanmış. Şöyle ki, mükemmeli istemesine karşın yapıtlarında
kusurlu görünen noktaları daha da belirgin kılarak adeta bunların varlığının
normal olduğunu kanıtlamak istemiş. Burada yaptığı şey de aslında kendinde
olanı yapıtlarının dolayı ile göstermek ve kabullendirmektir.
Lou’da gözlemlediğim bir diğer
savunma mekanizması ise “kaçma”. Lou bunu oluşan bir sorunu yokmuş gibi
davranmak olarak yansıtıyor. Örneğin kendini hiçbir yere ait hissedemiyor oluşu
ve bu nedenle pasaportundaki adres bilgisini karalaması, ait olamama, bu
durumdan kaçma eylemidir. Psikolojik durumları bu şekilde özetleyip kenara
bırakacak olursam, bunun geriye bir de sanatsal yapıt durumu kalıyor.
Lou
bir sanatçı mıydı diye sorduğumuzda bu sorunun cevabını kesinlikle evet olarak verebilirim.
Çünkü fizyolojik, psikolojik ve biyolojik bütün durum ve özelliklerini sanat
eserlerine yansıtmış ve gerek bunları sanatla beslemiş gerekse sanatı bunlardan
beslenmiştir. Bütün yapıtları onun psikolojik derinliğini içinde barındırır
niteliktedir. Bunu zaten sanatçıların hemen hepsinde gözlemlemekteyiz.
Sanatçının bu duygu durumu hayal gücünden beslendiğinde ise ortaya sanat yapıtı
çıkar. Bana kalırsa Lou’nun yaptığı şey de budur.
Lou’nun
malzemeleri her ne kadar tuğla ve beton da olsa o da kendi alanında sanatını en
iyi biçimde icra edebilmeyi, bundan da önemlisi kendini ifade edebilmeyi
başarmıştır. Şayet durum böyle olmasaydı oğlu bu eserlerini gördükten sonra
babasını asıl şimdi tanıdığını söylemezdi.
Yorumlar
Yorum Gönder